-
1 leave a profit
v. kâr bırakmak -
2 leave a profit
v. kâr bırakmak -
3 abwerfen
Gewinn abwerfen kâr bırakmak -
4 заносить
bırakmak,getirmek; geçirmek,kaydetmek; kaldırmak* * *I несов.; сов. - занести́1) bırakmak; getirmekзанеси́ свёрток домо́й — paketi eve bırak
2) geçirmek; kaydetmekзаноси́ть что-л. в протоко́л — zapta / tutanağa geçirmek
заноси́ть что-л. в журна́л — deftere kaydetmek
3) разг. atmakкаки́м ве́тром вас сюда́ занесло́? — sizi buraya hangi rüzgar attı?
4) kaldırmakзаноси́ть ру́ку для уда́ра — keskenmek ( замахнуться)
заноси́ть но́гу в стре́мя — ayağını üzengiye koymak
доро́гу занесло́ сне́гом — (tipi yüzünden) yol kar altında kaldı
II сов., см. занашиватьмаши́ну заноси́ло впра́во — araba sağa kayıyordu
-
5 давать
vermek; getirmek,kazandırmak; atmak,vurmak; müsaade etmek,bırakmak* * *1) врз vermekдава́ть де́ньги — para vermek
дава́ть уро́ки — ders vermek
дава́ть конце́рты — konser vermek
дава́ть возмо́жность — olanak vermek
дава́ть взя́тки — rüşvet vermek
в тот день дава́ли "Оте́лло" — o gün "Otello" oynanıyordu
э́то не ка́ждому дано́ — bu herkesin harcı / kârı değildir
не ка́ждому поэ́ту бы́ло дано́... —...mak her şaire nasip olmamıştır
2) ( приносить как результат) getirmek; kazandırmak; vermekдава́ть при́быль — kâr getirmek
дава́ть хоро́шие урожа́и — iyi ürünler vermek
со́лнце даёт тепло́ — güneş ısı verir
золота́я меда́ль даёт (кома́нде) пять очко́в — altın madalya beş puandır
это тебе́ ничего́ не даст — bu sana hiç bir şey kazandırmaz
э́тот го́род дал (ми́ру) мно́гих изве́стных учёных — bu şehirden birçok ünlü bilim adamı yetişmiştir
э́то расте́ние цвето́в не даёт — bu bitkinin çiçeği olmaz
3) ( наносить удар) atmak; vurmak4) в сочетании с некоторыми сущ. (производить делать)дава́ть знак / сигна́л — işaret vermek
дать два вы́стрела — iki el ateş etmek
дава́ть звоно́к — zil çalmak
5) vermekдава́ть обеща́ние — vaatte bulunmak, vaad etmek
дава́ть указа́ние — talimat vermek
дава́ть разреше́ние — müsaade vermek, müsaade etmek
6) (позволять, предоставлять возможность) müsaade etmek; bırakmak; часто переводится глаголом понудительного залогадай пройти́ — müsaade et de geçeyim
он не дал мне отве́тить — cevap vermeme vakit bırakmadı
не дава́ть спать кому-л. — birini uyutmamak
он не даст нам встре́титься — bizi görüştürmeyecek
не дать вспы́хнуть войне́ — savaşın patlamasına yol vermemek
он не дава́л себя́ сфотографи́ровать — fotoğrafını çıkartmazdı
дава́ть вы́пить — içirmek
дава́ть поню́хать — koklatmak
мы стара́лись не дать ему́ оторва́ться / уйти́ вперёд (о гонщике) — onu kaçırmamaya gayret ediyorduk
7) разг. ( определять возраст по внешнему виду) göstermekему́ бо́льше 20 (лет) не дашь — 20 yaşından fazla göstermiyor
8) разг., повел., в соч.дава́й дружи́ть — gel dost olalım
дава́й потанцу́ем / танцева́ть — gel dans edelim
дава́й пиши́! — haydi yaz!
дава́йте рабо́тать вме́сте — gelin beraber çalışalım
дай, ду́маю, пойду́ посмотрю́ — gidip bakayım dedim
дава́й я тебе́ помогу́ — yardım edeyim sana
••дать знать кому-л. — birine duyurmak
недоста́тки даю́т себя́ знать — eksikler kendini duyuruyor
он прие́хал, не дав знать — habersiz geldi
он не дал себе́ труда́ поду́мать — düşünmek zahmetine girmedi
дава́ть кому-л. поня́ть — ihsas etmek
дава́ть сло́во — söz vermek
дать себе́ сло́во не... — bir şeye tövbe etmek
дава́ть показа́ния — ifade vermek
-
6 бросаться
atılmak,saldırmak* * *несов.; сов. - бро́ситься1) atmak; atışmakброса́ться снежка́ми (друг в друга) — kar topu atışmak
2) atılmak; üstüne atılmak, saldırmak ( нападать)броса́ться вперёд — ileri atılmak
бро́ситься на врага́ — düşmanın üzerine atılmak
броса́ться на по́мощь — yardımına koşmak
мы бро́сились на у́лицу — dışarı / sokağa fırladık
ребёнок бро́сился к ма́тери — çocuk annesine doğru atıldı
бро́ситься ничко́м на посте́ль — kendini yüzü koyun yatağın üzerine atmak
бро́ситься на ше́ю кому-л. (от радости) — (birinin) boynuna atılmak
3) kendini... atmakбро́ситься с моста́ — kendini köprüden (aşağı) atmak / bırakmak
••броса́ться в глаза́ — göze çarpmak
таки́ми предложе́ниями не броса́ются — teklifin böylesi yabana atılmaz
вино́ бро́силось ему́ в го́лову — şarap başına vurdu
броса́ться как бык на кра́сное — azgın boğanın kırmızı görünce saldırdığı gibi saldırmak
-
7 переставать
несов.; сов. - переста́ть1) kesmek; durmak; bırakmak;...maz olmak;...maktan çıkmakпереста́ть пла́кать — ağlamayı kesmek, ağlaması durmak; ağlamaz olmak ( вообще)
ребёнок переста́л дрожа́ть — çocuğun titremesi durdu
она́ не перестава́ла улыба́ться — gülümsemesi eksilmiyordu
переста́нь болта́ть! — bırak gevezeliği!
соба́ка переста́ла ла́ять — köpek havlamayı kesti
переста́ть уважа́ть себя́ — kendine saygısı kalmamak
э́то переста́ло быть та́йной — bu bir sır olmaktan çıktı
э́ти разли́чия переста́ли носи́ть антагонисти́ческий хара́ктер — bu farklılıklar antagonist nitelik taşımaktan çıkmıştır
2) (о дожде, ветре и т. п.) dinmek, durmak, kesilmekснег шёл це́лый день не перестава́я — kar bütün gün hiç durmadan yağıyordu
-
8 сильный
1) врз kuvvetli, güçlü; zorluси́льный челове́к — kuvvetli adam
си́льные ру́ки — güçlü / kuvvetli kollar
си́льный уда́р — kuvvetli darbe
си́льный ого́нь — воен. kuvvetli / zorlu ateş
вари́ть на си́льном огне́ — harlı ateşte pişirmek
си́льная а́рмия — kuvvetli bir ordu
си́льное госуда́рство — güçlü / kudretli bir devlet
си́льная конкуре́нция — kuvvetli rekabet
си́льный сопе́рник — спорт. çetin rakip
си́льные до́воды — güçlü / kuvvetli kanıtlar
си́льная во́ля — güçlü / kuvvetli irade
си́льный писа́тель — güçlü / kudretli bir yazar
у него́ си́льное перо́ — kuvvetli kalemi var
он силён в фи́зике — разг. fizikten kuvvetlidir
в письме́ он не о́чень силён — yazması pek kuvvetli değildir
си́льный мото́р — güçlü motor
2) şiddetli; zorlu, kuvvetliси́льный ве́тер — kuvvetli rüzgar
о́чень си́льный ве́тер — şiddetli rüzgar
си́льная боль — şiddetli ağrı
си́льный дождь — zorlu bir yağmur
си́льный тума́н — yoğun sis
си́льный снегопа́д — yoğun kar yağışı
си́льный го́лос — güçlü / küvvetli ses
си́льный яд — kuvvetli bir zehir
си́льное жела́ние — şiddetli bir istek arzu
произвести́ си́льное впечатле́ние — çok büyük bir izlenim bırakmak
••си́льная сторона́ рома́на — romanın güçlü yanı
-
9 liegen
liegen v/i <lag, gelegen, h, sn> -de yatmak; (gelegen sein) olmak, bulunmak;liegen bleiben yatıp kalmak, kalk(a)mamak; Tasche usw -de unutulmak;liegen lassen unutmak, bırakmak;jemanden links liegen lassen b-ne yüz vermemek, b-ni önemsememek;es liegt nicht an ihr (, wenn) (-se) bunun sorumlusu o değil;(krank) im Bett liegen yatakta (hasta) yatmak;es lag Schnee yerde kar vardı, her yer karla kaplıydı;wie die Dinge liegen durum gösteriyor ki;fam damit liegst du richtig! bunda haklısın!;nach Osten (der Straße) liegen doğuya (caddeye) bakmak;es liegt daran, dass … -in -mesi bu sebepten;es (er) liegt mir nicht -den hoşlanmıyorum;mir liegt viel (wenig) daran benim için çok şey ifade ediyor (pek bir şey ifade etmiyor) -
10 fallen
fallen <fällt, fiel, gefallen> ['falən]vi seines fällt Regen/Schnee yağmur/kar yağıyor;ins Koma \fallen komaya girmek;sie fiel in tiefen Schlaf derin uykuya daldı;jdm um den Hals \fallen birinin boynuna sarılmak;er fiel ihr ins Wort sözünü kesti2) ( sinken) düşmek;die Temperatur ist um 10 Grad ge\fallen ısı [o sıcaklık] 10 derece düştü;im Preis \fallen fiyatı düşmekdie Wahl fiel auf ihn o seçildi4) ( erfasst werden) toplamak (in/unter -de/-de);das fällt auch in diese Kategorie bunu da bu kategoride toplayabiliriz, bu da bu kategoriye girerein Schatten fällt auf die Wand duvara gölge düşüyor7) ( verlauten)eine Bemerkung \fallen lassen söz söylemek, laf etmek;sein Name ist nicht ge\fallen adı geçmedi8) ( sich ereignen)fünf Minuten später fiel das Tor zum 3:0 beş dakika sonra atılan gol ile durum 3:0 oldu;sein Geburtstag fällt auf einen Montag yaş günü pazartesiye rastlıyor [o tesadüf ediyor];es fielen drei Schüsse üç el ateş edildi
См. также в других словарях:
kâr bırakmak — kazanç getirmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kâr — is., Far. kār 1) Alışveriş işlerinin sağladığı para kazancı 2) İş 3) mec. Yarar, fayda Bundan benim hiçbir kârım yok. 4) ekon. Üretim faktörlerinden biri olan girişimcinin üretimden aldığı pay 5) tic. Maliyet fiyatıyla satış fiyatı arasındaki… … Çağatay Osmanlı Sözlük
etmek — nsz, der 1) Bir işi yapmak Şemsi, sıra düştükçe emlak komisyonculuğu ediyordu. H. Taner 2) İyi, kötü zarflarıyla birlikte davranmak İyi ettiniz de geldiniz. 3) i Bulmak, erişmek Hemşerileri gelir, kemençe gibi bir çalgıyla sabahı ederlerdi. R. H … Çağatay Osmanlı Sözlük
kapamak — i 1) Bir açıklığı örtmek için bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek Hasan, yıldırımla vurulmuş gibi hemen kapıyı kapadı, kaçtı. H. E. Adıvar 2) Hava bulutlarla kaplanmak, sıkıntılı bir hâl almak 3) Bir şeyin görünmesine engel olmak Bu yapı… … Çağatay Osmanlı Sözlük
pay — is. 1) Birden fazla kişi arasında bölüşülmüş bir bütünden, bu kişilerin her birine düşen bölüm, hisse 2) Eşit bölüm Bunu beş pay yapın. 3) ekon. Ticari bir işlemde zarar tehlikesine karşı ayrılan para, marj 4) mat. Bayağı kesirlerden birinin eşit … Çağatay Osmanlı Sözlük